7 Haziran’dan bu yana, Türkiye tam 50 gündür kurulacak Hükümeti bekliyor.
Türkiye’nin ne ekonomisini, ne de siyasetini sadece iç dinamikler belirlememektedir. Dışarda ne yaşandığı, ne yaşatıldığı en çok da bizim gibi gelişmekte olan ülkeleri ilgilendirmektedir. Şöyle bir baktığımızda;
Komşumuz Yunanistan’ın krizi şimdilik ötelenmiş olsa da, her an küresel ekonominin ensesinde hissedeceği bir kriz olarak varlığını sürdürecektir.
İran’ın Asya- Batı ekseninde önemli bir konuma yükselmesi; Türkiye için ticari anlamda pozitif bir gelişme olarak algılansa da, ABD’nin Trans Pasifik ve Trans Atlantik anlaşmalarında yer alacak olmasının etkilerini yaşayıp göreceğiz.
Diğer yandan, FED’in Sonbahar’da atacağı adım ve Çin’in bugün yaşadığı daralma küresel ekonomi için en önemli kırılganlık olarak gösterilmektedir.
Belki de en önemlisi yürüttüğümüz Ortadoğu politikamızın, hem sınırlarımızda hem de ihracat pazarımızda ciddi tehdit oluşturmaya devam ettiğidir.
Evet son olarak Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde gençlerimize yönelik katliam ve aynı gün Adıyaman’da askerlerimize yapılan saldırı bizleri yeniden acıya, endişeye sürüklemiştir. Vahşice katledilen gençlerimize, Adıyaman’da şehit edilen askerimize ve Ceylanpınar’da şehit düşen polislerimize başsağlığı ve acılı ailelerine sabır, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum.
Her zaman ifade ettiğimiz gibi, güvenliğin olmadığı, huzurun bozulduğu bir ortamda ekonomideki gelişmelerin de bir önemi kalmamaktadır.
Dışarıda yaşanılan olumsuzlukları kendi lehimize çevirme gücüne sahip olmamıza rağmen, içeride güvenliğini sağlayamayan bir ülke pozisyonuna düşmemiz gücümüzü zayıflatmaktadır.
Vatandaş olarak, sivil toplum kuruluşları olarak, terörü lanetlemekten başka bir şey ne yazık ki elimizden gelmemektedir. Ancak, TBMM çatısı altındaki siyasi iradenin, lanetlemenin ötesinde artık çözüm üretmesi gerektiği inancındayız. Millet olarak birlik ve beraberliğimizi böylesi günlerde hep göstermiş olsak da ve her durumda gösterecek olsak da yorulmuş olduğumuz bir gerçektir.
Uluslararası siyasette satranç taşları bir bir yer değiştirirken, bizim içeride hala dama taşı mantığıyla hareket etmemiz, kabul edilebilir bir durum değildir.
İşte bu nedenle, bekleme süresinin ülkemiz için ne kadar önemli olduğunun altını çizmeye çalışıyoruz. Üreten, istihdam sağlayan, döviz kazandıran bir kesim olarak, gerçekçi olmak zorunda olduğumuzun çok iyi farkındayız. Yaralarımızın daha da derinleşeceği endişesi içerisindeyiz.
Bundan dolayıdır ki; ısrarla ve kararlılıkla egolarından arınmış, sadece ülkenin menfaatleri doğrultusunda hareket edecek ortak aklın devreye girmesini arzu ediyoruz. Artık bekleme değil, harekete geçme zamanıdır. Çünkü bu ülke hepimizin. Akan kan da bizim, dökülen gözyaşı da, kaybedilen değerler de bizim.
Sağduyumuzu koruyarak, birlik ve beraberlik içerisinde, kutuplaşmadan, birbirimize saygımızı kaybetmeden yol alabilmeyi umut ediyor, önümüzdeki günlerin ülkemiz için hayırlar getirmesini, teröre yardım ve yataklık edenlerin de cezalarını çekmelerini canı gönülden diliyorum.
Bir kez daha anlaşılmaktadır ki, Büyük Önder Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi olmazsa olmazımızdır.