Firmalarımızın rekabet gücü; yüksek kalitede ve düşük maliyette üretim yapma yeteneği ile ölçülmektedir. Bugün dönüp baktığımızda, firmalar belki de kendi tarihlerindeki en yüksek fiyat artışları, dolayısı ile maliyet artışları ile karşı karşıyalar. Üstelik sürdürülebilir üretimin önünde engel teşkil eden, ithalat artışı ve hammaddeyi temin sorunu gün geçtikçe daha karmaşık bir hal alıyor.
Tüm bunlara sebep olan pandemideki gelişmeler ise yaşam şeklimizden ticareti nasıl yapacağımıza kadar her alanda kalıcı değişimlere kendimizi hazırlamamız gerektiğini işaret etmektedir.
Peki ama her geçen gün katlanılamaz bir maliyetle karşı karşıya iken bu nasıl mümkün olacak? Maliyetleri düşürmek için, ucuz ve kalitesi düşük ürün mü kullanalım? Daha az istihdamla daha çok üretim mi yapalım? Yoksa meşakkatli olan bu üretim sevdasından vaz mı geçelim?
Elbette ki hiçbiri. Her zaman bir sorun varsa çözümü de vardır. Sorun sürdürülebilir üretimi riske atacak kadar yüksek maliyetler ise içinde bulunduğumuz süreç göstermektedir ki; hammaddeye ulaşımdaki sorunlar devam edecektir. O nedenle öncelikli koşul, üreticilerimizin özel desteklenerek olabildiği kadar hammaddenin bu topraklarda üretilmesinin sağlanmasıdır. Her ürün, her hammadde için bunun mümkün olamayacağını bilmekle birlikte; tarımsal ürünlerimiz başta olmak üzere, ihtiyaç duyulan birçok sanayi hammaddesini ve ürünü bu topraklarda üretme kabiliyetine fazlasıyla sahip olduğumuzu da biliyoruz.
Üreticiler olarak bizlerin de yapması gerekenlerin başında, sınırlı olan kaynaklarımızı etkin kullanarak daha verimli olmak gelmektedir. Sürdürülebilir üretim ve döngüsel ekonominin gündemde olduğu bir dönemde, verimliliği en önemli başlıklardan birisi olarak görüyorum. Birçok firmanın bugüne kadar kapanmasının ana sebebinin verimsizlik olduğunu biliyoruz.
OECD ülkeleri içinde en fazla saat çalışıp, en düşük refaha sahip ülkelerden biriyiz. Tıpkı verimli olamayan firmanın, düşük kar gerçeği ile karşı karşıya olduğu gibi. Düşük karla çalışan firmaların, yeni yatırımlarla büyümesi ve katma değerli üretime geçmesi oldukça zordur. Ülkemizdeki işletmelerin %99,7’si KOBİ olup, bunun da %12,5’u imalat sanayinde faaliyet göstermektedir. Oran düşük gibi görünse de imalat sanayindeki KOBİ’lerimiz; tüm işletmelerin yarattığı cironun, katma değerin, istihdamın üçte birini, ülke ihracatının %58’ini karşılamaktadır. “Kaybedilecek tek bir KOBİ’mizin olmadığı” anlayışı ile KOBİ’lerimizin verimliliklerini artırmak, üretimlerinde çözüm ortağı olmak zorundayız.
Bu farkındalıkla; 2017 yılında tohumlarını attığımız Model Fabrika’nın ilk sertifikasyon törenini gerçekleştirmekten büyük mutluluk duymaktayım. İçinde bulunduğumuz süreç, teknolojiyi kullanarak yenilikçi iş modelleri ile etkin ve verimli olmayı, rekabet gücümüzü artırmayı gerektirmektedir. Bu kapsamda; Model fabrika yani Uygulamalı Yetkinlik ve Dijital Dönüşüm Merkezi ile hayata geçirmeye çalıştığımız sistem; yalın üretim teknikleri ile firmalarımızın daha etkin ve verimli olmalarını sağlayarak dijital dönüşüme hazırlamaktır.
Bilgi tek başına hiçbir anlam ifade etmez. Bilgiyi pratiğe dönüştürdüğünüzde, bir anlam kazanır. Ve üstüne tecrübeyi de ekleyerek fark yaratırsınız. Model fabrikada, ‘Öğren dönüş’ programıyla sertifikalarını alan üyemiz Mutlu Metal firmasının çalışanları, üretim süreçlerinde fark yaratmaya ilk adımı attılar. Tebrik ediyor, tüm üyelerimizi Model Fabrikamızın bu imkanından yararlanmaya davet ediyorum.
Bu vesile ile projeyi birlikte yürüttüğümüz Ticaret Odamızın Kıymetli Başkanı Sayın Mahmut Özgener’e ve değerli katkıları ile uyumlu bir çalışma ortamı yaratan Ticaret Odası ve Model Fabrika’nın Başkan Yardımcısı Sayın Cemal Elmasoğlu’na, Odamızın Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve Model Fabrika Yönetim Kurulu Başkanı Sayın H. İbrahim Gökçüoğlu’na fabrika direktörümüz Sayın Osman Arslan ve emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.