Sayın Başkanım,
SGK İzmir İl Müdürüm,
Geçmiş Dönem Başkanlarımız,
Onur Üyelerimiz,
Disiplin Kurulu Üyelerimiz,
Meclisimizin Çok Değerli Üyeleri,
Basınımızın Kıymetli Temsilcileri,
Hepinizi şahsım ve Yönetim Kurulum adına sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Aramızda bulunan, Sosyal Güvenlik Kurumu İzmir İl Müdürümüz Sayın Mustafa Keskin’e Meclis Toplantımıza hoşgeldiniz diyorum.
Değerli Meclis Üyelerimiz,
Devlet Bakanı Sayın Zafer Çağlayan ve Sayın Rifat Hisarcıklıoğlu ile birlikte katıldığım Makedonya seyahati nedeniyle, geçen ay meclis toplantısında bulunamadım. Bugün sizlerle, birlikte olmaktan duyduğum memnuniyeti belirterek, konuşmama başlamak istiyorum.
Sunumda da izlediğiniz; Odamız, İzmir Ticaret Borsası ve İzmir Ticaret Odası ile ortaklaşa düzenlenen ve Tarım Bakanımızın katılımıyla gerçekleştirilen Ege Tarım Zirvesi’ni başarılı bir şekilde gerçekleştirdik. Tarım ve hayvancılığın önemi, sorunları ve çözüm önerilerine ilişkin çok verimli çalıştaylar, 3 Kurumun başarılı birlikteliği ile tamamlanmıştır.
Bu ay içinde; TOBB tarafından yap-işlet-devret modeli ile modernize edilen Kapıkule ve Hamzabeyli sınır kapılarının hizmete açıldığı ve bekleme süresinin 30 dakikadan, 10 dakikaya düşürüldüğü bilgisini de sizlerle paylaşmak isterim.
Ayrıca, kısa çalışma ödeneğinin 1 yıla uzadığı ve yeni çıkacak Türk Ticaret Yasası ile web sitesi olmayan şirketlere ceza geleceğini de hatırlatmak isterim.
Değerli Meclis Üyelerimiz,
14 trilyon $’lık ABD’nin %6 küçülmesine neden olan krizde, son birkaç aydır iyileşme belirtileri mi dedirten işaretler almaktayız. Ancak Sayın Babacan’ın en kötüyü gördük demek için erken ifadesi ve dünya bankasının resesyonun beklendiğinden daha uzun süreceği söylemi oldukça dikkate değerdir.
Dünya sanayi üretim endekslerinde 2009 yılı Mart ayından itibaren başlayan yavaşlama, ülkemizdeki bazı verilerde de gözlenmektedir.
Şubat ayında yüzde -23,7 ile rekor kıran sanayi üretimi, Mart ayında daha az düşerek yüzde -20,9’a, Nisan ayında da yüzde -18,5’e gerilemiştir. Yaklaşık 2-3 puanlık iyileşmeler, pozitif yöndeki gelişmelerin yavaş seyredeceğinin sinyalidir.
Kapasite kullanımı, Şubattan itibaren, %64, %65 ve %68’e, Mayıs ayında da %70,4 oranına kadar yükselmiştir. Kapasitede de yine 2-3 puanlık bir iyileşme kendini göstermektedir.
Benzer şekilde reel kesim güven endeksi de 60’lardan 99’lara yükselmiştir. Yine de bu iyileşme belirtileri, ekonominin daraldığı gerçeğini değiştirmemekte, özellikle de sanayideki verilerin kaygıyla izlenmesine devam edilmektedir.
Kaygıyla izlenen ve bugün Türkiye’nin birinci sorunu olan en önemli gösterge, her zaman ifade ettiğimiz gibi istihdama yönelik açıklanan verilerdir.
Ocak ayında yüzde 15,5 olan işsizlik oranı, Şubat ayında yüzde 16,1’e yükselmiş, Mart ayında da yüzde 15,8’e gerilemiştir. Ondalık sayılarla ifade edebileceğimiz çok küçük gerileme ne yazık ki yüreğimize su serpmemektedir. Ya da evet işsizlik oranında düşme başladı diyememekteyiz.
Değerli Meclis Üyelerimiz,
Üretim, talep ve işsizlik üçgenindeki ilişkinin çok iyi analiz edilerek, reel sektörün önünün açılmasını istiyoruz.
Bölgemiz ortalamasında her 4 kişiden, İzmir’de de yaklaşık olarak her 3 kişiden birinin sanayi sektöründe çalıştığı düşünüldüğünde, neden endişe duyduğumuz da ortaya çıkmaktadır. Bir önceki yıla göre; İzmir’de 2008 yılında çalışabilir nüfus artarken, istihdam edilen kişi sayısı 31 bin azalmaktadır.
Rakamların verdiği mesajlar çok doğru analiz edilmelidir. Her 3 gencimizden biri işsiz iken, sanal gündemler yaratılmamalıdır. Gündem ekonomi olmalıdır.
Rekorlar kırdığımız ihracat, kriz başladığından bu yana her ay yaklaşık yüzde 30’lara varan oranlarda gerileme kaydetmektedir. Bu da bizlere pazarımızı genişleterek, ihracat avantajımızı lehimize çevirmemiz gerekliliğini ortaya koymaktadır.
AB’ne yapılan ihracatımız ilk 4 ayda %41 azalırken, Kuzey Afrika’ya yapılan ihracatımız %44, EFTA ülkelerine (İsviçre, Norveç, İzlanda) ihracat %79 artmıştır. Bu şekilde yeni pazarları keşfederek, doymamış pazarlara açılmak zorundayız. Güney Amerika ülkelerine de özellikle dikkatinizi çekmek isterim.
Kriz başladığından bu yana hükümetin attığı en ciddi adım olan teşvik paketini, bu çerçevede sizlerle değerlendirmek istiyorum.
Bildiğiniz gibi, ekonomide ortaya çıkan olumsuz bir şok, iç ekonomik koşullardan kaynaklanıyorsa, iç iktisat politikası araçları (vergi, teşvik, sübvansiyon), dış etkenlerden kaynaklanıyorsa da, dış iktisat politikası araçlarının (tarifeler, Kur sistemi, tarife dışı engeller, sermaye hareketlerinin serbestîsinde kısıtlamalar v.b) bu etkiyi azaltması beklenir.
Günümüzde, Türkiye ekonomisi üzerinde etkili olan şokların ekonominin dışından kaynaklandığı dikkate alınırsa; söz konusu yeni bölgesel ve sektörel Teşvik Paketi’nin bu anlamda ekonominin bütünü üzerindeki etkisi de sınırlı olacaktır.
Yapılan teşviklerle; yatırımı, üretimi ve istihdamı arttırarak, ekonomik büyümeye katkı sağlama amaç edinilmektedir.
Oldukça kapsamlı ve üzerinde istişare edilerek çalışılmış olan son teşvik paketine, genel itibari ile baktığımızda memnuniyetimizi ve teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Ancak, içeriğini incelediğimizde, bazı çok önemli başlıklarda paketin yetersiz kaldığını görmekteyiz. Bunu bir kriz paketi olarak nitelendirirsek, kısa dönemde verim alamayacağımız ve krize çare olamayacağı çok nettir.
Çünkü kısa dönemdeki hamlemiz, üretimi, iç talebi ve Türkiye’yi bugünlere taşıyan ihracatı canlandırmak olmalıdır.
Kriz paketi değil de, orta vadeli bir program ise, başlıklar tek tek değerlendirildiğinde; yine yetersiz kaldığı görülmektedir.
Teşvik edilen sektörlerin ihracat ve ithalat içindeki paylarının ne olacağı, döviz kazandırıcı sektörler mi olacağı, yoksa ithalata bağımlılığı hangi yönde etkiler yaratacağı konusunda paket belirli bir stratejiye dayanmamaktadır.
Burada önemli olan rekabet gücünün mü, yoksa bölgesel kalkınmanın mı hedef alındığına karar verilmesidir.
Ülkemizde sektör izleme ve değerlendirme kriterleri belli olmadığı için ne yazık ki teşviklerde de tam netice elde edilememektedir.
Yapılan bir araştırmada; 1970-2000 yılları arasında verilen teşvikler neticesinde sanayicilerimizin %65’i teşvik verilmemiş olsaydı yine yatırım yapardım diyor.
Tüm bunlar hazırlanan, teşvik programlarının iyi analiz edilmesini gerekli kılmaktadır.
Pakette yer alan; tedirgin olduğumuz, itiraz ettiğimiz, yetersiz gördüğümüz, ama aynı zamanda da alkışladığımız bazı başlıkları da sizlerle paylaşmak istiyorum.
Tüm kamuoyunu tedirginliğe iten konu, paketin finansmanı konusunda şeffaf davranılmamasıdır. Hazine’nin böyle bir yükü kaldırıp kaldıramayacağına ilişkin kafalardaki soru işareti giderilmelidir.
İtiraz ettiğimiz en önemli nokta ise öncelik hatasından kaynaklanmaktadır.
2. yılını tamamlamak üzere olduğumuz bir kriz ortamında gelen paketin, mevcut şartlarda üretimlerini devam ettirmeye çalışan, istihdamlarını korumakta zorlanan KOBİ’lerimizi geri plana atarak, öncelikli olarak yeni ve büyük yatırımları desteklemesini anlamakta zorlanıyoruz.
İtirazımız, her 4 makineden birinin üretimden çekilmesine ve sonrasında da işsizliğin artışına sebebiyet verilmesinedir.
Diğer bir itirazımız, gelişmişlik endeksine göre bölgelere ayrılan illerin durumudur. Söz konusu endeks verilerinin güncellenen verilere göre mi yapıldığı net değildir. Belli illerin özel durumlarının dikkate alınmaması, illerin bölgelere göre ayrımında taraflı davranılması yapılan diğer bir yanlıştır.
İzmir’e 36 km uzaklıkta bulunan ve istihdamının büyük kısmını İzmir’den karşılayan Manisa III. Bölgede yer alarak daha fazla teşviği, sadece gelişmişlik endeksine göre mi almaktadır? İzmir’den her sabah görebildiğimiz kadarıyla; Manisa’ya 40 otobüs, 55 midibüs, 48 minibüs yolcu ulaşmaktadır.
Bugün İzmir, sahip olduğu OSB’leri ve Serbest Bölgeleri ile, yarattığı katma değer, istihdam ve ihracatı ile bu teşvikleri hak etmektedir.
Paketin istihdam ayağı, yetersiz gördüğümüz, eksik kaldığına inandığımız en önemli başlıktır.
Geçen senenin aynı dönemine göre %50 oranında artan işsiz sayısı, aktif işgücü programlarının bir an evvel devreye girmesini zorunlu kılmaktadır.
120 bin yarı zamanlı toplam 60 bin kişiye asgari ücretten iş verilecek olması, hem maliyeti hem de faydalanacak kişi sayısı açısından, harcama çekine doğru bir alternatif değildir. Harcama çeki, 5,4 milyon emekli, 1,2 milyon muhtaç insanı rahatlatacak ve iç piyasayı harekete geçirecek bir uygulamadır.
Bu şekilde düşük gelir grubundakilere nefes aldıracak, yüksek gelir grubundakilere moral verecek bir uygulama kaçınılmaz görünmektedir.
Ayrıca, 1. Bölgede yer alan ve eskisinden daha çok vasıflı eleman kullanan tekstil sektörünün 4. Bölgede yer alan illere taşınması kısa vadede mümkün olmayan bir hedeftir. Bu uygulama vasıflı elemanların da teşvikini gerekli kılmaktadır ki, bu da sosyal koşulların yeterliliğinin sağlanması zorunluluğunu ortaya çıkaracaktır.
İzmir’de genelde yüksek kalite, düşük adet butik firmalara üretim yapan üretim merkezleri bulunmaktadır. Vasıflı eleman ihtiyacı burada daha da önem kazanmaktadır.
Bununla birlikte, KOBİ’lerimizin üretimlerini yapabildikleri organize sanayi bölgelerine ve üretim maliyetleri içinde yüksek paya sahip enerji maliyetlerine ilişkin de pakette herhangi bir düzenleme yer almamaktadır. Planlı Kalkınma Modeli kapsamında kurulmuş olan veya altyapıları tamamlanmış olan OSB’lere de yatırımcıyı çekecek tedbirlerin ve teşviklerin süratle sağlanması gerekmektedir.
Bölgemizde Bakanlık tarafından onaylanmış bulunan 16 OSB’ye KOBİ olarak yatırımcı bulmak son derece zor ve imkansız hale gelmiştir.
Eksiklere rağmen, paket ile; rekabet gücümüzü arttıracak teknolojik ve ar-ge içeriği yüksek yatırımların teşvik edilecek olması, kümelenmenin esas alınması ve sektörel teşvikler çok yerinde bir karardır. Özellikle, İzmir’in de içinde olduğu I. Bölgede katma değeri yüksek ürünlerin üretiminin teşvik edilecek olması, sanayimizi de bir adım öne çıkaracaktır.
Değerli Meclis Üyelerimiz,
1998’de 4325 sayılı kanunla olağanüstü hal bölgesi ve kalkınmada öncelikli toplam 22 il, 2004 yılında çıkarılan 5084 sayılı yasa ile 36 il, 2005’te çıkarılan 5350 sayılı yasa ile 49 il, 2008 sonuna kadar teşvikli il kapsamında yer almıştı.
Açıklanan paket, 81 ile bölgesel ve sektörel teşvik imkanı tanımaktadır. Söz konusu teşvikleri diğerlerinden ayıran en önemli özellik, gelişmiş yörelerin ve sektörel teşviklerin de kapsama dahil edilmesidir.
Bölgesel ve sektörel teşviklerin gerçekleşmesini uzun zamandır beklemekte idik. Bölgesel teşviklerdeki en büyük endişemiz, haksız rekabete yol açmaya müsade edilmesi idi. Denizli’den, Eskişehir’e, Çorum’dan, Kırşehir’e kadar birçok ilimizden gelen itirazlar da bunu doğrulamaktadır.
Bizim talebimiz, hangi bölgede hangi sektör gelişmişse, teşvik sisteminin ona göre hazırlanmasıdır. Hatta daha spesifik çalışılarak, ilçe bazında; örneğin Tire’de-Ödemiş’te hayvancılık ve süt ürünlerinin, Aliağa’da kimya’nın, Bayındır’da çiçekçiliğin desteklenmesi ve teşviklerin bu yönde dağıtılmasıdır.
Sektörlerin belli bölgelerde yoğunlaşması, zamanla kümelenmeye sebep olacaktır ki bu ortaklık kültürünü yakalamamız rekabet gücümüzün arttırılması açısından oldukça önemlidir. Küçük olsun benim olsun değil, büyük olsun hepimizin olsun mantığı ile kümelenmeliyiz. İşsiz ve mutsuz kişiler ülkesi olmamak için birlikte hareket etme kültürünü geliştirmek zorundayız.
Değerli Meclis Üyelerimiz,
Kriz dönemlerinde moral ve güven ortamının sağlanması ve iç talebin arttırılması çok önemlidir.
Böyle bir süreçten geçerken TOBB, sorumluluğunun gereği olarak diğer sivil toplum kuruluşları ve sendikalarla birlikte kamuoyunun dikkatini “Kriz Varsa Çare de Var” kampanyası ile çekmeye çalışarak, çok doğru bir hamle yapmıştır. İş dünyasının birlikteliğini de simgeleyen bu kampanya önemli mesajlar vermektedir.
Söz konusu kampanyaya destek kapsamında, Valimiz, Belediye Başkanımız ve Meslek Odalarının başkanları ile birlikte kemeraltında alışveriş turu yaparak esnafa moral vermeye çalıştık. İç piyasanın hareketlenmesi yönünde bizlerin de üzerimize düşeni yapmaya her zaman hazır olduğumuzu ifade etmek isterim.
Değerli Meclis Üyelerimiz,
Genel seçimlere 2 yıl kala zamanımızı çok iyi değerlendirmeliyiz. Hiçbir şey yapmamaktansa bir şeyler yapmak elbetteki iyidir ancak, kriz dönemlerinde imkanlarımız giderek kısıtlı hale gelirken, atıl yatırımlarla kaybedecek ne zamanımızın ne de kaynağımızın olmadığını bir kez daha hatırlatmak isterim. Fortune Dergisinin 2008 yılı sonuçlarına göre açıkladığı raporda, Türkiye’nin en büyük 500 firmasından 142 tanesi bilançolarında zarar beyan etmiş. Ayrıca net karları 2007’ye göre %35 düşerken, toplam karlılık 20.6 Milyardan 12.9 Milyara gerilemiş bulunuyor. Bu da krizin geçmediğinin göstergesi. Biz, gündemin ekonomi olmasını istiyoruz belge değil!
Teşviklerin verilmesini, vergi oranlarının düşürülmesini talep ediyoruz. İhracat artsın, işsizlik azalsın istiyoruz. Sürdürülebilir bir büyüme sağlansın diye çalışıyoruz. Tüm bunların özü tek bir noktaya dayanmaktadır. Üretimin devamlılığı. Gayet iyi biliyoruz ki; bugün üretemeyen devletler dışa bağımlı olmaya mahkumdurlar.
"Muhakkak tam istiklali temin edebilmek için yegane hakiki kuvvet, en kuvvetli temel iktisadiyattır" diyen Ulu Önder Atatürk, tam bağımsızlığın ancak ekonomik bağımsızlıkla olabileceğini o yıllarda ifade etmiştir.
İlk 10 büyük ekonomi arasına girme hedefimize, daha az üretim, daha az tüketimle ve dışa bağımlı bir ekonomi ile ulaşmamızın mümkün olamayacağını ifade eder, tüm politikalarımızın bu hedefi desteklemesinin gerekliliğini vurgulamak isterim.
Saygılarımla,
Ender YORGANCILAR
EBSO Yönetim Kurulu Başkanı