Sayın Büyükşehir Belediye Başkanım,
EGEV Yönetim Kurulu Başkanı,
Değerli Hazerun,
Ege Bölgesi Sanayi Odası ve şahsım adına, sizleri sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle Ege Ekonomik Forumu’nun gerçekleşmesinde emeği geçen, destek veren herkese, EGEV nezdinde teşekkürlerimi sunuyor, başarılı bir Konferans olmasını diliyorum.
İçinde bulunduğumuz; kaos, belirsizlik, krizler, değişim, dönüşüm sürecinde Dünyayı Tasarlamak teması oldukça isabetli bir seçim. Zira, Time Dergisi’nin Kasım ayı için hazırladığı uluslararası özel sayısında kapağın görselinde
Dünya yeniden inşa ediliyor ve başlığı “The Great Reset”
Dünyayı sıfırlamak, yeni normal, post covid, yeni dünya düzeni, adına ne derseniz deyin hiçbir şeyin herkes için eskisi gibi olmayacağı bir dünyaya hızla adım attık.
Albert Einstein ne demişti: “Sorular Aynı Ama Cevaplar Değişti!”
Son birkaç yıldır küresel ekonomide yeni yaklaşımlarla yeni bir sürecin işaretleri verilmekte idi. Pandemi bu süreci hızlandırdı ve bazı konuları daha da netleştirdi.
JEOPOLİTİK BİRLİKTELİKLER kapsamında; Yeni Ticari Anlaşmalar
KORUMACILIK kapsamında; Üretimi Batı’ya Çekme Çabası
ANİ KRİZLERLE Ekonomilerin Krizlere Açık Olması
DEMOGRAFİK DEĞİŞİM kapsamında; Yeni Göç Dalgası ve Yaşlanma
TEKNOLOJİK DÖNÜŞÜM kapsamında; Sanayi 4.0 vs.
DİJİTAL PARA kapsamında; Ticarette Yeni Ödeme Sistemleri, Nakitsiz dönem
DEVLETSİZ DÜNYA kapsamında; Mega Kentler, STK’lar, Büyük Şirketler ile Kalkınma yaklaşımları içine zaten girilmişti.
Batının küresel ticarette zorlanmaya başlaması, Rusya, Hindistan ve Çin olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin çıkış ivmesi, küresel ekonomiyi ve bölgesel pazarları yeniden şekillendirmede yeni ataklara sebep oldu.
Bu kapsamda daha rekabetçi olma, rakiplerinin önüne geçme yarışında; 2025-2030 gelecek planlarını ülkeler, özellikle spesifik sektörlerde teknoloji temeli üzerine kurgulamaktadır.
Alman istihbaratı BND'yi yönetmiş olan Gerhard Schindler diyor ki: Çin dünya egemenliğine çok yakın. Avrupa tehlikenin farkına varmalı. Pekin nüfusunu Avrupa, Asya ve Afrika'ya çok akıllı ve sistematik bir şekilde yayıyor.
Made in China 2025 planı ile 2025 yılına kadar dünyanın üretim üssünden, inovasyon ve yüksek teknoloji üssüne dönüşmek hedefleniyor ise dünyayı aslında kimlerin tasarlamaya çalıştığı da açıklıkla görülmektedir.
Evet baktığımızda; uluslararası ticarette, çok taraflı Dünya Ticaret Örgütü’nün merkezinden çıkılıp, Amerika-Avrupa-Çin etrafında üçlü kümelenmenin olduğu bir düzene girilmiştir. Pandemi, bu farkındalığı artırmıştır.
Pandemi aslında en çok da, Bölgesel üretime geçişin önemini ortaya çıkardı. İşte bu üçlü kümelenme kendi içinde, kendi coğrafyasında bölgeselleşme politikası gütmenin peşinde. Bu başta ticaret olmak üzere, birçok açıdan dünyayı yeniden şekillendirecektir.
Eğer, şirketler üretimlerini Avrupa ve Kuzey Amerika’ya geri çekmeyi hedefliyorsa, tedarik zincirlerini çeşitlendirmeyi, mega tedarikçilerle çalışmak yerine daha küçük tedarikçilerle bir ağ oluşturmayı planlıyorsa, otomasyonu hızlandırıp, e-ticarete çok daha fazla odaklanıyor ve uzaktan çalışma gerçeğini kavrayıp, fabrikalarındaki operasyonlarını yeniden tasarlıyorsa, küresel ekonomide çok şey değişiyor demektir. Ve bu adımlar bireyden ülkeye kadar herkese farklı yansımaları olacak değişimlerdir.
Kuşkusuz ki, bu yaklaşımlar en çok da sanayiyi etkilemektedir.
İklim, küresel ekonomide geleceğin en önemli riskleri arasında. Sanayiyi etkileyecek, dünyayı yeniden tasarlamak başlığında konuşmasak olmayacak bir husus da, Yeşil Mutabakat’tır. AB Yeşil Mutabakatı, çevrenin ötesinde, 2050 yılına kadar sanayisinin dönüşümünü gerektiren yeni bir büyüme ve yeni bir küresel dönüşüm planıdır.
Yeni sektörel stratejiler, vergi düzenlemeleri, eylem planları bu stratejinin uygulama ayağı olacaktır. Bu, birçok sektörümüzün AB pazarına girişini olumsuz etkilerken, Paris Anlaşması’nı onaylamayan ülkelerle yeni Serbest Ticaret
Anlaşması imzalanmaması ve hatta Gümrük Birliği Revizyonunu dahi riske atacak bir süreci de içermektedir. Bu da Türkiye’nin gelecek politikalarında, yeşil ekonomi perspektifinde yaşayabileceği sorunları göstermektedir.
Sanayinin geleceğini şekillendirecek konulardan biri olarak gördüğüm Serbest Ticaret anlaşmaları, özellikle yeniden tasarlanan ticaret düzeni içerisinde son derece önemlidir. 2014 yılından bu yana TPP ve TTIP anlaşmalarının olası etkilerini dillendirmeye çalıştım.
Trump, ABD’yi Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) anlaşmasından çekti ama TTIP ile AB ve ABD arasında başlatılan müzakerelerde henüz bir sonuca ulaşılamadı.
Yapılan araştırmalar TTIP’in dışında kalmamız durumunda GSYİH’mızın %2 civarında değer kaybına uğrayacağı yönündedir. O nedenle, yapılan her anlaşma büyük önem taşımaktadır.
Dünya ihracatının %68’i sanayi ürünlerinden oluşuyor. Ve ihracatımızın yaklaşık %50’sini AB ülkelerine yapıyoruz. Uluslararası doğrudan yatırımlarda AB’nin payı %58’dir. Türkiye’de yaklaşık 20.569 firma, AB sermayesiyle yönetilmektedir.
Tüm bunları alt alta getirdiğimizde söyleyebiliriz ki, AB’nin yeni nesil STA’lar ile yürümekte olduğu yol, ülkemizin aleyhine işlemektedir.
2017’de Kanada ile geçen sene Japonya ile dünyanın en kapsamlı ticaret anlaşmasını yapan AB, Singapur ve Meksika’nın ardından bu sene Vietnam ile bir serbest ticaret anlaşması imzaladı. Makine ve aksamları, eczacılık ürünleri, otomobiller, günlük süt ve süt ürünleri, şarap, çikolata vb. gıda ürünlerini kapsayan son anlaşma ile birlikte sanayimizin rekabet gücü açısından Gümrük Birliği’nin neden ivedilikle güncellenmesi gerektiği de ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’nin AB’nin üçüncü ülkelerle imzaladığı bu anlaşmalardan da yararlanmasını ve diğer ülkelerle anlaşma yapmasında kısıtlayıcı bir hüküm olmamasını sağlayacak bir yasal düzenleme mutlaka getirilmelidir.
Diğer yandan, Dünya Ticaret Örgütü’nün kriterlerine göre, Gümrük Birliği gibi bir anlaşma tüm sektörleri kapsamalıdır. Benzer şekilde Dünya Bankası raporları da diyor ki: GB gerçekleştirmek için tarım ürünlerini, kamu alımlarını da dahil edeceksiniz. O nedenle, Tarım, hizmetler ve kamu alımları alanlarındaki talebimizi kararlı bir şekilde sürdürmeliyiz.
Türkiye’nin İngiltere ile yapacağı STA, Ticaret Bakanlığı’mızın koordinatörlüğünde yürütülmektedir. Türk sanayisi için çok önemli bir anlaşmadır.
Diğer yandan; Pasifikte Çin, Japonya ve Güney Kore’nin olduğu 15 ülke 15 Kasım’da Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşmasını (RCEP) imzalayarak bölgesel entegrasyonu daha da güçlendirmişlerdir. Görmekteyiz ki, yeni düzen için her ülke bir çaba içerisindedir.
Kuşkusuz bir yeni düzenden söz ediyorsak; dijitalleşmede, Sanayi 4.0’da artık eyleme geçmek zorundayız. Ege Bölgesi Sanayi Odası olarak, 2015 yılında ülkemizde çok yeni telaffuz edilirken, farkındalık yaratmak amacıyla bir kitap hazırladık ve dedik ki: “Sanayi 4.0:Uyum Sağlayamayan Kaybedecek.” Pandemide tüm dünya, bu cümleyi adeta test etti. Dijitalleşme, uzaktan çalışma, mekanın önemsizliği kavramları ile insanlık yeni bir düzene adım atmış oldu.
Biz sanayi 4.0’ı konuşurken, dijitalleşmenin altyapısını kurgulamada Eğitim 4.0 vurgusuna dikkat çektik, çekmeye devam ediyoruz. Çünkü, ne yazık ki en büyük eksikliğimiz olan bu hususta bir ilerleme kaydetme, kapsamlı bir strateji belirleme niyetinde de olmadığımızı üzülerek görüyorum.
Oysa ki, Dünya Ekonomik Forumu’nun son raporunda 85 milyon işin dijitalleşme nedeniyle yok olacağı, 97 milyon da yeni iş yaratılacağı belirtilirken, McKinsey raporlarında da %50’ye kadar işgücü profilinde değişiklik olacağı yazılmaktadır.
Meslekler değişse de, gelecekte insan ve yetenekleri yine öne çıkacak. O nedenle de, işgücü kabiliyetlerinin de ivedilikle geleceğe hazırlanması gerekmektedir. Ekonomide iyileşmenin sadece para ve maliye politikaları ile mümkün olacağı inancıyla hareket edersek kaybedenler kulübünde oluruz.
Eğitim, ekonomide bırakınız iyileşmeyi, sıçrama sağlayacak, ivme kazandıracak en önemli konumuz ve en önemli eksiğimizdir.
Unutmayalım ki, ar-ge’yi yapacak olan da, yapay zekayı yaratacak ve yönetecek olan da insandır. Demografik fırsat penceremiz, dünya yeniden tasarlanırken bizim en büyük avantajlarımızdan birisi. Ancak, 40 soruluk temel matematik testinde 5 net ortalama çıkaran bir gençlikle veya 15-29 yaş aralığında ne işte, ne okulda olma rekoru kıran bir atıl nüfusla veya kg başına ihracatı 1 dolar bir üretimle yol almamız mümkün değildir. Dilerim, en radikal, en gereken, en ivedi şekilde Eğitim Reformu’nu hayata geçirebiliriz.
Değerli dinleyiciler,
Son olarak bir konunun altını çizmek istiyorum. Pandemi sürecinden sonra hazırlanan raporlarda; geleceği şekillendirecek 5 konudan biri, küresel tedarik zincirlerindeki talep yönlü dönüşümdür.
Bu kapsamda; riski azaltma, esnekliği sağlama, çeşitlendirme yapma gibi konuların altı ısrarla çizilmektedir. Bu tavsiyelerin ve Pandemi ile birlikte “Tedarik zincirini evinin yakına getir” yaklaşımının Türkiye’nin lehine olduğu da sıkça dillendirildi.
DHL Resilience360 ve BCI'nin "Covid-19: Tedarik Zincirinin Geleceği" raporunda; şirketlerin %30'unun Uzakdoğu'dan tedariklerinde azaltmaya gideceği, %13'ünün de Çin'den daha az mal tedarik etmeyi planladığına yer vermiştir.
AB ve Almanya kendisine lojistik açıdan daha yakın ve potansiyeline güvenebileceği alternatif üs arayışına girmiştir. Bu noktada, bizim yabancı sermayenin bir ülkede yatırım yapmak için benimsediği kriterleri mutlaka oluşturmamız gerekmektedir.
Yakın yerden ticaret yeni trend ise, dünyada her yere yakın kaç tane ülke var? Ve bu ülkelerin kaçında üretim potansiyeli yeterli? Dolayısıyla bu Türkiye için çok ciddi bir fırsat yaratıyor.
Türkiye, AB içinde veya MENA Bölgesindeki (K.Afrika’dan O.Doğu’ya) ihtiyaçları çok rahat karşılayabilir. Özellikle, MENA bölgesinde orta sınıfın yükseleceği, sanayi ve tarım ürünlerine olan ihtiyacın artacağı da dikkatle değerlendirilmelidir.
Almanya dönem başkanlığı bu anlamda bizim için bir şanstır. Ancak, bozulan Türkiye algısı da aleyhimize işlemektedir.
Macaristan, Polonya, Slovenya, Fas’ın yeni yatırım gözdeleri olduğunu da unutmayalım.
Tedarik zincirinde doğan bu fırsatta; bizim şirketlerle işbirliği yapıyor olmamız ve hatta Ticaret Bakanlığımızın da ciddi destekleri olduğu zor durumdaki AB firmalarını satın alarak markalaşma da yol kat etmemiz oldukça kritiktir.
Ez cümle, dünya yeniden tasarlanırken, Takip edilen mi? Takip eden mi? olmak istiyoruz? Kendi kendine yetebilen mi? Bağımlı mı? Atacağımız her doğru adım, bizi küresel ekonominin önemli bir aktörü yaparken, geriden gelmemiz takip eden ülkeler sınıfında, potansiyelimizin altında kalmamıza neden olacaktır.
Konuşmamı tamamlarken, herkese sağlıklı günler diliyorum.
Saygılarımla,
Ender YORGANCILAR
Yönetim Kurulu Başkanı