SN. MAHFİ EĞİLMEZ’İN KATILIMI İLE EKONOMİK DEĞERLENDİRME TOPLANTISI-16 Ağustos 2018
Sayın Başkanlar,
Sayın Oturum Başkanım,
Sayın Hocam,
Çok Değerli Üyeler
Basınımızın Kıymetli Temsilcileri,
Yönetim Kurulumuz adına, sizleri sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Hoş geldiniz.
Öncelikle Sayın Hocama değerli katılımlarından ötürü çok teşekkür ediyorum. Uzun bir süredir yapmayı planladığımız bir toplantı, şansınıza böyle bir döneme denk geldi. Bugün sizi epey yorabiliriz. Şimdiden anlayışınız için ayrıca teşekkür ediyorum.
Oturum başkanı olan Sayın Yaşar Hocamıza da çok teşekkür ediyorum. Aramızda olmasından dolayı çok mutluyuz.
Değerli Konuklar,
Çok kıymetli iki hocamızın bulunduğu bir ortamda konuşmak zor olsa da, çok kısa bir şekilde sanayici gözüyle görüşlerimi aktarmaya çalışacağım.
Geçen hafta gerçek olmasını istemeyeceğimiz bir döviz hareketliliği yaşadık. Günlerce bunu konuştuk. Gözlerimizin önünde benzincideki numeratörde artan hızdaki rakamlar gibi dolardaki artışa tanıklık ettik. Olağan dışı, ürkütücü ve sanal bir artış. Evet bezi ithal edilen kundaktaki bebekten, gübresini ithal alan çiftçimize kadar herkesi ilgilendiren bir durumla karşı karşıyayız. Yani, dolarla işim yok ya da Ayşe teyzenin dolarla işi olmaz demek söz konusu değildir.
Ama kuşkusuz en çok da biz sanayicileri, üreten kesimi bu durum olumsuz etkilemektedir. Neden mi?
Aslında sorunun kaynağı da, çözümün kendisi de bir cümlede gizli.
“100 birim ihracatımızın 60 birimi ithalattan kaynaklanıyor.”
Üretmek için önce ithalat yapıp, sonra da işlemden geçirdikten sonra satıyoruz. Çok ciddi bir politika değişikliğine ihtiyacımız olduğunu biliyoruz. Farkındayız ama bir türlü tam olarak direksiyonu bu yöne kıvıramıyoruz. Kıvırıyormuş gibi yaptığımız bir anda bir bakıyoruz ki, ithalatın cazibesine kapılmış gidiyoruz.
Ege Bölgesi Sanayi Odası olarak sloganlaştırdığımız “Üretim yoksa kalkınmak hayaldir” anlayışını Sanayi 4.0 sürecinde yüksek katma değerli yerli üretim olarak tüm sektörlerimizde ivedilikle hayata geçirmek zorundayız.
Ancak, bunu da rakiplerimizle eşit şartlarda üretim şartlarına sahip olabilirsek yapabiliriz. Rekabetçi olamadığımız sürece, üretmenin de bir anlamı olmayacaktır.
Bakınız, bugün öngörülemeyen bir liderin yaptırımlarından Türkiye de nasibini almaktadır.
Ancak, dışa bağımlı yapımız ve ürettiğimizden fazla tüketme alışkanlığımız, dünyaya mal olmuş bir markamızın olmaması ne yazık ki, bu tür girişimlere fırsat vermektedir.
O nedenle, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi,
“Tam bağımsızlık ancak, ekonomik bağımsızlıkla mümkündür.” Bizim bundan sonraki tek hedefimiz, ekonomide tam bağımsızlığa ulaşmak olmalıdır. Tek çıkış noktası budur.
Bireyden, iş dünyasına ve kamuya kadar ürün tercihinde daha hassas olabiliriz. Ancak, tam bağımsız, güçlü ve sözü geçen bir Türkiye hayalimiz için ivedilikle tarımdan, sanayiye tüm ürün gruplarında “yerli ve milli üretimi” eyleme geçiren adımlar atmalıyız.
Dünya yıkıcı bir dönüşüm içerisinde iken biz, geleneksel hale gelmiş enflasyon, cari açık, kur artışları gibi sorunlarla boğuşuyoruz. Ve treni kaçırmak üzereyiz.
Bir sanayici olarak, ülkemizin maddi ve manevi kazanımlarımızın erime riski ile karşı karşıya olmasından ve hala aynı meseleleri konuşuyor olmaktan büyük üzüntü duymaktayım.
Yıllardır küresel ekonomide milli gelir sıralamasında 17. sıradayız.
2017 itibari ile, 18. sıradaki Hollanda ile aramızdaki fark 23 milyar dolara gerilerken, 16. sıradaki Endonezya ile olan fark 68 milyar dolardan 164 milyara çıkmıştır.
Yani bu anlayış içerisinde ve bu kur seviyeleri ile ilk 20 ekonomi içinde rekabet etmemiz imkansızlaşıyor.
Hollanda tarımla, Endonezya elektronik ürünleri ile bu başarıyı yakalarken, stratejik üstünlüğümüz olan sektörlerde dahi ithalata yönelmiş olmamız aslında durumun riskini ortaya koymaktadır.
O nedenle, tam da dünya düzeni yeniden şekillenirken, yeni ticaret partnerleri oluşurken, bu yapılanmada yerimizi hızlıca almalıyız.
OECD’nin bir analizinde, güçlü bir üretim altyapısı olan ancak, üretimin geleceğini şekillendirmede düşük performans gösteren Türkiye, takip eden ülkeler arasında gösterilmektedir. Ürettiğimizden fazla tüketmeye devam ettiğimiz sürece, takip eden ülke olmaktan da kurtulamayacağımız malumdur.
Aslında, Takip etmek mi? Takip edilmek mi? İstiyoruz biraz da tercih meselesi. Bilmiyorum belki hocamız bu konuya açıklık getirir.
Ben başarabileceğimize inanıyorum. Doğru analiz yaparak, zamanında ve etkin adımlarla neden olmasın diyorum?
Değerli Konuklar,
Konuşmamı burada tamamlarken, bu zor sürece yakışır çok değerli 2 hocamızın engin bilgilerinden faydalanmanızı diliyorum.
Saygılarımla,
Ender YORGANCILAR
Yönetim Kurulu Başkanı