03.10.2018 YÖNETİM KURULLARI ORTAK TOPLANTISI – İZTO

 

Sayın Başkan,

Sayın İl ve İlçe Oda ve Borsa Başkanlarım,

Değerli Katılımcılar,

Basınımızın Kıymetli Temsilcileri,

Şahsım ve Ege Bölgesi Sanayi Odası Yönetim Kurulu adına, sizleri sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Seçimlerin ardından ilk toplantımıza ev sahipliği yapan Ticaret Odamızın Sayın Başkanına teşekkürlerimi sunuyorum.

Yılın son çeyreğinde; gerek ülkemizde, gerekse küresel ekonomide tahminlerin ötesinde konular gündemde. Şöyle bir baktığımızda;

Küreselleşme doktrinini reddediyoruz diyen ve ticaret savaşlarını başlatan biz dahil birçok ülkeye keyfi ambargolar koyan bir ABD,

Toparlanıyor mu derken, özellikle de İtalya ve Portekiz kaynaklı borçlar sebebiyle yeniden riski öne çıkan bir AB,

Banka bilançolarının zayıf kalitesi ve iç borç fazlalığı ile büyümesi yavaşlayan küreselleşmeyi ısrarla savunan bir Çin,

Brexit kararı ile girdiği çıkmazın içinden en az zararla çıkmaya çalışan İngiltere var. Bugün bizim siyasi ve ticari partnerlerimiz arasında öncelikli yerde duran ekonomilerin durumu böyle.

Zira, Ünlü ekonomist Roubin’in; daralan piyasa koşullarının 2020’de küresel bir finansal krize dünyayı sürükleyeceği iddiası, gelişmekte olan ülkelere ilişkin endişelerin devam etmesi, AB kaynaklı kriz riski, likiditenin gelişmiş ülkelere doğru çıkışı küresel ekonominin de yangın yerine döndüğünün göstergesi.

Gelişmekte olan piyasalarda uzman bir ekonomist “Partinin tadını çıkar ama kapıya da yakın dur” diyerek yatırımcılara çıkışı işaret ediyor. Dolayısıyla, tüm bu gelişmelerden küresel ekonominin önemli bir oyuncusu olan Türkiye de nasibini alacaktır. Ancak, bugüne döndüğümüzde, jeopolitik risklerimize, Ağustos ayından bu yana dolarda yaşadığımız türbülans da eklenmiştir.

Zira, yılın son çeyreğine doğru öncü göstergeler, basına yansıyan konkordato haberleri ister istemez iş dünyasını, çalışanlarını tedirgin etmektedir.

Herşey yolundayken bu noktaya nasıl geldik?

Ağustos ayında yaşanan kur şoku ile bugün firmalar borçlarını ödeyemez hale gelirken, bu borçlar bankaların alacakları halinde. O nedenle de, bankalar Merkez Bankası’nın gecikmeli ama büyük oranda artırdığı faizlerle mevduat toplama yarışına girdiler.

Bugün mevduat faizleri %30’ları bulurken, kredi faizleri %40’larda. Bu oranlarla kredi almak ne akıl karıdır ne de mümkündür. İşte o nedenle de, ilgili bakanlıklarımız tarafından art arda destekler açıklanmaktadır.

Peki bu durumun suçlusu kim?

Bildiğiniz gibi 2009 yılından itibaren döviz geliri olmayan firmaların da dövizle borçlanmalarına yasal olarak izin verildi. Ve sonuçta döviz geliri olmayanların borcu, varlıklarının önce iki katı, sonra üç katına çıktı ve bunu döndürme şansları kalmadı. Üyelerimize benim de ısrarla “döviz geliriniz yoksa dövizle borçlanmayın” diye uyarmamın sebebi adım adım görünen bu tehlikeydi. Ve bugün reel sektörün net döviz borcu 216 milyar Dolara çıktı.

Devletin verdiği imkan, ne yazık ki yanlış kullanılmış ve firmalarımızın kendi hatalarından bugünkü noktaya gelinmiştir.

Alınan borçlar; arge, inovasyon, markalaşma gibi alanlarda kullanılabilseydi, bir fırtınada bu sarsıntıyı belki yaşamazdık.

Bakınız, 1998 Asya krizinin temel sebebi, firmaların yatırımlarını finanse etme şeklinden kaynaklı borç kriziydi. Yen ile değil, dolar ile borçlanmaları. Tıpkı bugün Türkiye’de olduğu gibi.

Ve bu borç krizi, firmaların bilançolarına kambiyo zararı olarak yazılacak. Öyle ki, seneye Odamızın 100 büyük firma çalışmasında da, İSO’nun 500 büyük firma çalışmasında da bunu çok net göreceğiz. Çünkü geçen sene 500 büyük firmanın 96 milyar TL olan faiz öncesi karı, bugün katlanarak kur zararı olarak karşısına çıkacak.

Bu da, bir süre daha yatırımları ötelemeye, maliyet kontrolüne firmaları zorlamaktadır.

Dövizde yaşanan türbülans karşısında, çok önemli 3 düzenleme yapıldı.

4 Eylül Tarihli Resmi Gazete kararı ile Türkiye’de yerleşik kişiler tarafından gerçekleştirilen ihracat işlemlerinden elde edilen bedellerin en az %80’inin bir bankaya satılması zorunluluğu getirildi ki, bu süreçte ihracatla döviz kazanma şansı olan firmaları zorlayıcı bir karardır.

13 Eylül Tarihli Resmi Gazete kararı ile Döviz üzerinden yapılan menkul ve gayrimenkul alım satım ve kiralama sözleşmeleri 30 gün içinde Türk lirasına dönüştürülecek ki, bu olumlu bir karardır. (Menkul ile ilgili kafa karışıklığı için Hazine yeni bir düzenleme yayınlayacak)

15 Eylül Tarihli Resmi Gazete kararı ile henüz ifa edilmemiş yabancı para cinsi yükümlülüklerden doğan kur farkı zararları dikkate alınmayabilir, denilmektedir.

Bununla birlikte; Türkiye Bankalar Birliği; borç yapılandırmasında kaynakların verimli kullanılması amacıyla 100 Milyon TL’nin üstünde borçlu olanlar için borç yapılandırmasına gideceğini açıkladı. 100 milyonun altındaki KOBİ’lerimiz için de benzer bir yapılandırma talep ediyoruz.

Hükümetin tüm bu iyiniyetli gayretlerini takdirle karşılamakla birlikte, üreticinin üstündeki yükler her geçen gün artmaktadır. Ocak ayından bu yana 4 kere elektrik ve doğalgaz faturalarına zam yapıldı. Yapılan zamlara, kur, faiz, enflasyonla birlikte artan finansman maliyeti ve artan hammadde fiyatları da eklenince üretimi sürdürmek oldukça güçleşti.

Şu bir gerçek ki, önümüzü görebilmemiz için, kurun makul bir seviyede dengelenmesi gerekiyor.

Değerli Başkanlar,

İçerde alınan önlemler tek başına yeterli olmayacaktır. Büyümenin daralacağı bir dönemde, ihracatla bu önlemleri desteklememiz gerekmektedir. O nedenle, yeni pazarlar noktasında çok daha girişken olmalıyız.

Türkiye olarak, ticaret müzakereleri içinde mutlaka aktif rol almak zorundayız.

İkili ticaret anlaşmalarına menfaatlerimiz doğrultusunda ağırlık vermeliyiz.

Gümrük Birliği’nin güncellemesi, Brexit sonrası İngiltere ile ticaretten sağlayacağımız fayda çok önemli.

Ticaret savaşlarının uzaması durumunda, biz de payımıza düşeni alacağız. O nedenle, sadece içe kapanmak yeterli olmayacaktır.

Çin’i bugünkü seviyesine getiren Devlet Başkanı Xi Jinping diyor ki; "Kritik teknolojilere uluslararası pazar erişimi zorlaşıyor,  kilit alanlarda kendine yeterli olmalıyız."

Çin kritik teknolojilerde yeterli olmaktan bahsediyor. Biz daha tarımda kendimize yetmeyi tartışıyoruz. Yeri gelmişken, Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgesi kurulması ile ilgili önerimizin bu süreçte ne kadar yerinde olduğunu da görüyoruz.

Sözün özü; bireyselden, kamuya kadar stratejik adımlar atmamız, kaynakları doğru ve etkin kullanmamız gereken önemli bir süreçteyiz.

Türkiye’nin potansiyeli, ekonomisinin gücü, Türk özel sektörünün dinamik yapısı etkin stratejilerle bu fırtınadan çıkışı sağlayacaktır. Çok fazla hasar görmeden, birlik ve beraberlik içerisinde atlatabilmek dileği ile saygılarımı sunuyorum.

 

Saygılarımla,

Ender YORGANCILAR

Yönetim Kurulu Başkanı

Başkana Ulaşın