McKinsey’in Kasım Raporunda da; faizlerdeki ucuzlamanın uzun dönemde sürdürülemeyeceğinin altı çizilirken, yüksek dünya enflasyonu ya da pahalılaşan kredi tehdidinin özellikle
“gelişmekte olan yükselen piyasaekonomileri”nce kaygıyla izlendiği belirtilmiştir. Bu tehditten en çok etkilenecek olan kırılgan ülkelerin ise; Türkiye, Güney Afrika ve Doğu Avrupa olduğuna vurgu yapılmıştır.
Tüm bu açıklamaların ana sebebi, çıkış sürecinde en büyük bedeli, dış kaynak bağımlılığı en yüksek ülkelerin ödeyecek olmalarıdır. O nedenle, Türkiye ile benzer sıkıntıları yaşayan ve finansal kırılganlıkları artan BRICS ülkeleri tarafından ödemeler dengesi sorunlarına ortak müdahale amacıyla sonbaharda 100 milyar dolarlık bir fon oluşturma kararı alınmıştır.
Bilinen bir gerçek var ki o da söz konusu gecikmenin, kırılgan ülkelere hayata geçirmesi gereken reformlar için önemli bir süre tanıdığıdır. Her seferinde ifade ettiğimiz gibi Türkiye de bu süreyi çok iyi değerlendirmelidir.
Çin, bu fırsatı kaçırmayarak 60 maddelik ekonomik reform paketini açıklayarak, reformları izlemekle görevli ayrı bir çalışma ekibi kurmuş ve uygulamadaki kararlılığını göstermiştir.
2014 yılı başı itibari ile Japonya da, kendi reformlarını açıklayacağını belirtmiştir. Darısı Türkiye’nin başına.
Tüketim ve ithalata dayalı olarak büyüyen Türkiye, dönüşüm sürecine giren küresel konjonktür nedeniyle, mevcut ekonomi politikalarını buna göre revize etmek durumundadır.
Bu bağlamda da, Merkez Bankası'nın işi güç olmakla birlikte, önemli görevler düşmektedir.
Artan faizler ve kurlar, iç taleple büyümenin de önüne geçmektedir. Biliyoruz ki, sürdürülebilir yüksek büyüme, sürdürülebilir rekabet gücü ile mümkündür.
Oysa ki, bizim önümüzde rekabet gücü yüksek 43 ülke yer almaktadır. Türkiye;
1. Rekabet Endeksinde 44./144
2. İş Yapma Endeksinde 132. /189
3. İnovasyon Endeksinde 68./142
4. İnsani Gelişme Endeksi 90./187
5. Kaliteli Yaşam Endeksinde 34./34 OECD Ülkesi
6. Tasarruf Oranında 130./174
7. Demokrasi Endeksinde 88./167
İşte bundan dolayı, GÜÇLÜ BİR EKONOMİ İÇİN;
1. Kızlı-erkekli yaklaşımın ötesinde, nitelikli nüfus yetiştirmeye yönelik EĞİTİM REFORMU,
2. Vergi adaletsizliğini ve kayıt dışılığı önleyerek, tasarrufa yönelten VERGİ REFORMU,
3. Hak aramayı kolaylaştıran HUKUK REFORMU,
4. Kurumsal Yapıyı Güçlendirecek ANAYASA ve
5. Her Platformda Karşımıza çıkan DEMOKRASİMİZİN KALİTESİNİ ARTIRMAK, yolunda somut adımlar atılmalıdır.
Türkiye’nin üretmeye, ürettikçe büyümeye ve istihdam sağlamaya ihtiyacı var. Bunu da sağlayacak olan önündeki engelleri kaldırılmış, rekabet gücü artırılmış olan sizlersiniz, bizleriz.
Yılın son aylarında yapılan, gerek İktisat Kongresi, gerek Yatırım Danışma Konseyi gerekse Sanayi Şura’sında ortaya konuşanlar hep aynı ifadeler. Ancak artık konuşmaktan ziyade eyleme geçme zamanıdır.
Şunu da unutmamamız gerekir ki, önümüzde 2014 yılını çok daha zorlu bir yıl haline getirecek olan gündem maddeleri bulunmaktadır.
1. Süreç itibari ile JEOPOLİTİK RİSK,
2. FED kararları ile EKONOMİK RİSK
3. Toplumsal baskılarla AYRIŞMA RİSKİ
4. Seçimler nedeniyle Politikacıların olası SERT ve KESKİN ÜSLUPLARI
Temenni ediyor ve diliyoruz ki, bu risklerin üstesinden gelebilelim.
Bu farkındalıkların çok iyi analiz edilerek, 2014 yılında birlik ve beraberliğimizi bozan değil, birleştiren adımların atılması zorunludur. Son olarak şunu ifade etmek isterim ki; 2013 yılı gerek ekonomik, gerek siyasi, gerekse toplumsal açıdan çok önemli farkındalıklar yaratmıştır.
Son olarak EXPO’ya da değinmek isterim.